Şiiri önemsemek, şiiri adına düşünmek, poetika merkezli bir şiir alt yapısı oluşturmak; sağlam bir şiir dili geliştirebilmek için önemli adımlardır. Şiir, okudukça kendini geliştiren bir sürece sahip olduğu için şiir adına bir şeyler yapmak için harekete geçecek kişinin öncelikle “kendinden önceki” şiiri çok iyi bilmesi gerekir. Şiiri merkeze alan bir edebiyata yönelirken kişinin; kelimenin ruhuna süzülebilmesi için fonetik yapıdan, şiirin biçim özelliklerinden, imgeden, farklı düşünme ve algılama yetisinden uzak durmaması, şiiri adına ve şiir geleceği adına önemli değişmezler arasındadır.
“Arı bal yapar ama balı ifade edemez.” kıstası şiir ve şair adına tehlikeli bir konumdadır. Şairin en önemli görevi ortaya koyduğu metni ifade edebilmesidir. “ben yalnızca şiir yazarım, gerisine karışmam” gibi bir kaçamak duruş, şiir adına hiçbir zaman kabul görmez. Şair şiir adına konuşacak, düşünecek kişilerin başındadır.
Günümüzde her şeyin gerçek rotasından kaydığı düşünülecek olursa, şiir ve şair de bu kayma noktasındadır. Yeni bir şiir yazan şair, şiirinde kullandığı anlam ilişkilerinde, imge boyutunda, şiirden uzak artistik ifadelere yönelerek önce kendi iç dünyasına, daha sonra da diğer şair dostlarına “ben böyle imgeler bulurum işte” diyerek “hava atma” uğraşındadır. Şiirini hangi duygularla, nasıl bir ortamda yazdığı sorulduğunda da akla hayale uymaz düzmecelerle şiirini ve kendini temize çıkarmaya çalışmaktadır.
Şiire yakın duran kişinin ilk olarak ayaklarının yere sağlam basması gerekir. Uçarı bir zihnin ortaya çıkaracağı ürün de kısa sürede uçup gidecektir. Şair, ya kendi iç evreninde ya da dışa yansıyan dünyasında hesabını veremeyeceği keyfiliklerin ardına düşmemelidir. Okuduğu ustaların şiirlerinde gördüğü anlam karmaşalarını günün birinde kendi şiirinde de uygulamaya kalkan genç yetenek, ortaya çıkan “suyunun suyu” kalitesindeki ürününü, yazdığı karmaşıklıktan daha karmaşık sözlerle savunmaya çalışır ki, bu daha vahim bir manzara ortaya çıkarır.
Elbette şu da bir gerçek ki, usta payesi biçilmiş kişilerin da dokunulmazlığı yoktur. Çünkü kişi şairlikten önce bir kuldur. Yani hata yapması en muhtemel yaratılmışlardandır. Edebiyatımızda şairlikten daha çok birilerinin savunucuğunu yapan, köşe başını tutmuş ara elemanlar vardır. Bu kişiler, bir şeyler ortaya koymak yerine ortaya konmuş ürünler için ahkâm kesme işini üstlenmişlerdir.
Nazım Hikmet’in komünist olduktan sonraki şiirlerinin karanlık bir ideolojiye gömülü olduğunu, Cemal Süreya’nın şiirlerinde kendini bol bol tatmin ettiğini, Can Yücel’in şiirlerinin ana temasının küfür olduğunu, Cahit Zarifoğlu’nun bazı şiirlerinde bırakın anlam sorununu anlamın bile olmadığını, Melih Cevdet Anday’ın bütün dönemlerde silik bir şair olduğunu, Nuri Pakdil’in son çıkardığı kitaplarındaki metinlerin ne olduğunun tam olarak anlaşılamadığını, Sezai Karakoç’un neden bir siyasi parti kurduğunu, nerdeyse dağıtılan bütün şiir ödüllerinin ahbap çavuş ilişkisini geçemediğini, şiir piyasasındaki tartışmaların da birer danışıklı dövüş olduğunu, reklâmın iyisi kötüsü olmaz hastalığının nihayet şairlere de bulaştığını… söylemek bir ahkâm kesmek midir o da ayrı bir mesele. Bunların birkaçını ya da birini söylemek bile kişinin ayağını kaydırmaya yeteceğinden, içe doğru büyüyen bir düşünce evrenimiz var. Gizli fikirlerin doğup büyüdüğü ama gün yüzüne çıkamadığı bir zamanı hep birlikte yaşamaya çalışıyoruz.
Günümüzde edebiyat adamları yazma fiilinin yanında bol bol konuşmaya da başladılar. Şiir üzerine, edebiyat adına fikirlerini ortaya koyarak; belki de biraz olsun ortamı hareketlendirmek için yapılan bu kelime oyunları kişiyi bir süreliğine de olsa gündemde tutsa da hayatın hızla ilerlemesi ve her şeyin çabuk unutulması kuralına ayak uydurularak hem söylenen sözler hem de söz sahibi kısa sürede zihinlerden silindi. Bu kaçınılmazdı çünkü esas olan konuşmak değil bir eser ortaya koymaktan geçmekteydi.
İsmet Özel yıllar öncesinde kitaplarında yazdıklarını milyonlara ulaşan gazetelerdeki söyleşilerde söyleyince yeni bir şey söylediğini sanan kişiler bir tavır alma yoluna gittiler. Ama İsmet Özel aynı İsmet Özel’di, söyledikleri de geçmişteki fikirlerinin aynısıydı. Bu kez sesinin biraz daha yüksek çıkması ortamı bulandırmaya yetmişti. İsmet Özel’in Milli Gazete’de yazdığı dönemlerde de “bu gazetede para için yazıyor, kelime başına para alıyormuş” fısıltıları hiç eksik olmamıştı. İsmet Özel gazetede yazmayı bıraktıktan sonra gazetede yazması konusunda konuşunca; zihnindeki fısıltılar hiç eksik olmayanlar bile yeni bir şey duymuşçasına tavır alma yoluna gittiler. Çünkü toplum olarak şairlerin gizemli hallerini önemseyen bir ruh halimiz var. Sezai Karakoç’un, Nuri Pakdil’in yaşadıkları halde ortalarda görünmemeleri onları bir kat daha erişilmez yapmaya devam ediyor. Oysaki Fazıl Hüsnü Dağlarca da yaşıyor, hâlâ dergilerde şiirler yayınlıyor ama onun adının geçtiği sohbetlerde; “Fazıl Hüsnü ölmemiş miydi?” irkilmesinin ötesine gitmiyor.
Gizemli olmak, bizim gibi masal geleneği olan toplumlarda rağbet gören bir tavır olma özelliğini sürdürüyor. Perdenin arkasındakini merak etmek, görünen varken gizli olanı aramak, şairleri göz ününde görmekten çok suskun bir şekilde gizli köşelerinde ne yaptıklarını düşünmek daha da hoşa gidiyor. Çünkü edebiyatın ve genel anlamda sanatın içinde birikip duran bir gizem var. Bu da sanatın ruha hitap etmesi ve yaşaması için bir aksesuar gibi kenarda duruyor. İsteyen istediği zaman gizemini kuşanıyor ve kaybolmayı seçiyor kalabalıklar arasında.